“Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hâlâ kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. Halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz.”
“İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.”
“Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?”
“Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak bende artık inanmak kuvveti bırakmamıştı.”
“Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.”
“Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
“İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyor.”
“Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum, biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için. Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil. Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek. Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?”
“Göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım... Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir...”
“Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?”
“Bu eksik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.”
“.. Bundan sonra aradaki buzu çözmeye, bu insanların birbirlerine karşı duydukları müthiş yabancılığı gidermeye imkan yoktu. İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. ”
“Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimiz bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.”
“Bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak...”
“maria puder son birkaç dakika zarfında biraz sükunetini kaybetmişe benziyordu. bunu tespit edince memnun oldum: onun hiç sarsılmadan gittiğini görmek, beni herhalde pek üzecekti. mütemadiyen elimi tutup bırakıyor:
"ne manasız şey?.. ne diye gidiyorsun sanki?" diye söyleniyordu.
"asıl sen gidiyorsun , ben daha burdayım!" dedim.
bu sözümü fark etmemiş göründü. kolumdan tuttu.
"raif... şimdi ben gidiyorum!" dedi.
"evet... biliyorum!"
trenin hareket saati gelmişti. bir memur vagon kapısını örtüyordu. maria puder merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek, yavaş bir sesle, fakat tane tane:
"şimdi ben gidiyorum. fakat ne zaman çağırsan gelirim..." dedi.
evvela ne demek istediğini anlamadım. o da bir an durdu ve ilave etti:
"nereye çağırsan gelirim!”
“Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
"Ne gibi? "
"Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki..."
"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."
"Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..."
...
Şuna dikkat edin ki, benden herhangi bir şey istediğiniz gün her şey bitmiş demektir. Hiçbir şey anlıyor musunuz, hiçbir şey istemeyeceksiniz… Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daim bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok… Fakat bilmem… Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm…
...
Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir…”
“Onun yaşadığı yerde yaşamak, onun gibi yaşamak değildi.”
“Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi korkutmaktan her zaman çekinirdim.”
“Dünyada bana hiçbir şey tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.”
“Çocukluğumdan beri belki ilk defa olarak; hayatımın sebepsizliğini ve boşluğunu düşünerek içim ezilmeden , “Bugün de geçti işte…Ve bütün günlerim hep böyle geçecek sonra ne olacak sanki!” demeden uykuya daldım.”
“bir akşam eve dönerken mahallenin bakkalına uğramış, öteberi almıştım. tam kapıdan çıkacağım sırada, karşı evin bir odasında kira ile oturan bekarın radyosu weber’in oberon operası uvertürünü çalmaya başladı. az daha elimdeki paketleri yere düşürecektim. maria ile beraber gittiğimiz birkaç operadan biri de buydu ve onun weber’e hususi bir muhabbeti olduğunu biliyordum; yolda hep onun uvertürünü ıslıkla çalardı. kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde “bu öyle olmayabilirdi!” düşüncesi yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.”
“Bu söylediğiniz bir an meselesidir." dedim. "İçinizde mevcut olan sevgi, alaka, sarih olarak bilinmeyen bazı vesilelerle, zamanı tayin edilemeyecek olan bir anda, birdenbire birikir, yoğunlaşır; nasıl tatlı tatlı ısıtan güneş ışığı bir zaman sonra bir noktada toplanıyor ve yakmaya başlıyorsa, kuvvetini fevkalade arttıran bu sevgi de sizi sarar ve tutuşturur. Onu dışarıdan birdenbire gelen bir şey zannetmek doğru değildir. O, içimizde zaten mevcut olan hislerin bizi şaşırtacak kadar şiddetlenivermesinden ibarettir.”
“hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. bir kadın, trenin penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit, hafif bir rüzgarla yerinden oynayarak, devrin gıpta ettiği bir kafayı parçalayabilirdi. göz mü mühim kömür parçası mı, kiremit mi mühim kafa mı diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü birçok cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk.”
“Bu hareketsizliğin,korkuya dayanan bu tereddüdün daha zararlı olduğunu,insan münasebetlerinde bir noktada taş kesilmiş gibi kalınamayacağını,ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını seziyor..”
“İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”
“İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, , asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir”
“Bana hareket etmek, görmek, duymak, hissetmek, düşünmek, hülasa yaşamak kabiliyetlerini veren bir şey içimden çekilip alınmış gibi, posa haline geldiğimi fark ettim.”
“Hiçbir şey beni, hakkımdaki bir kanaati düzeltmek kadar korkutmazdı.”
“كان هنالك شعورٌ غامض يهمس لي بأنك إذا رأيت أحدًا -كائنًا من كان- على حقيقته، ولم تخفِ ما رأيته عن نفسك فلم تستطيع الإقتراب منه مجددًا. لكنني لم أرد أن أكون أحد محبي الحقيقة. كنت مدركًا بأنني لن أتحمل أي حقيقة قد تبعدني عنها. بعد عثورنا على أهم وأغلى الأشياء الموجودة فينا من أجل أرواحناـ أليس تجاهل التفاصيل، أو بتعبير أصح، التضحية بالحقائق الصغيرة من أجل الحقيقة الكبرى أكثر إنسانية وإنصافًا؟ ... لم يكن بي حنق على أحد، ما كان يضايقني هو فقط شعوري بالوحدة، وبسبب تأثيرات هذه الوحدة فأنا مستعد لخداع نفسي في نقاط كثيرة تجاه الإنسان الذي أحسست بالقرب منه.”
“İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi...”
“I need to know why I’m supposed to go through the rest of my life without being able to talk to her. Hug her. Hear her laugh. Watch the sunset with her. Watch her play her violin. Kiss her forehead. Tell her I love her. Hear her say it back. Why? Why?!”
“You idiot! You misbegotten son of a jinn’s meeting with a jackass, may the grave of your maternal grandmother be defiled by the dung of ten thousand syphilitic she-camels!”
“Elspeth had the joyous task of breaking the news to the rest of the Council. There was no such accord among the political leaders of Valdemar as there was among her military leaders.
Lord Gartheser was speechless with outrage and shock; Bard Hyron was dazed. Lady Kester and Lady Cathan, still seething over Orthallen's accusations of complicity with the slavers, were surprised, but not altogether unhappy. Father Aldon had closeted himself in the tiny chapel of the Keep; Lord Gildas was with him. Healer Myrim made no attempt to conceal the fact that Orthallen's treachery had not surprised her. Nor did she conceal that his demise gave her a certain grim satisfaction. But then, she might well be forgiven such uncharitable thoughts; she was one of the four Healers who were tending Talia's wounds.
Once the bare bones had been told to the Councillors as a group, Elspeth went to each of these Councillors in turn, privately. She gave a simple explanation of what had occurred, but would answer no questions. Questions, she told them, must wait until Talia had recovered enough to tell them all more.”
“Of all my dysfunctional behaviors, she hates me putting empty containers back where they don’t belong. “I don’t care if you weigh seven hundred pounds the rest of your life and don’t stop picking your nose till you’re forty,” she told me once, “but if you put one more empty container anywhere but in the garbage, I’ll have you put to sleep.”
“La mayoría de mis compras de muebles fueron estanterías. La mayoría de mis otras compras fueron libros.”
BookQuoters is a community of passionate readers who enjoy sharing the most meaningful, memorable and interesting quotes from great books. As the world communicates more and more via texts, memes and sound bytes, short but profound quotes from books have become more relevant and important. For some of us a quote becomes a mantra, a goal or a philosophy by which we live. For all of us, quotes are a great way to remember a book and to carry with us the author’s best ideas.
We thoughtfully gather quotes from our favorite books, both classic and current, and choose the ones that are most thought-provoking. Each quote represents a book that is interesting, well written and has potential to enhance the reader’s life. We also accept submissions from our visitors and will select the quotes we feel are most appealing to the BookQuoters community.
Founded in 2023, BookQuoters has quickly become a large and vibrant community of people who share an affinity for books. Books are seen by some as a throwback to a previous world; conversely, gleaning the main ideas of a book via a quote or a quick summary is typical of the Information Age but is a habit disdained by some diehard readers. We feel that we have the best of both worlds at BookQuoters; we read books cover-to-cover but offer you some of the highlights. We hope you’ll join us.